‘Bilim’ Bölümü Arşivi

Devlet Kurma : Afganistan Uluslararası Toplumunun Katılımı

June 11th, 2020 Tarihte Mohammad Ekram Yawar Tarafından Bilim, Makaleler Bölümünde Yayınlanmıştır | Yorum Yok

IMG_20170507_222708

Devlet Kurma

Afganistan Uluslararası Toplumunun Katılımı

Mohammad Ekram Yawar

 

Bilgi

  • Devlet inşası hem politika yapıcı hem de akademisyenlerin ilgisini çekmiştir. Uluslararası olarak farklı devlet bina projeleri Afganistan, Bosna, Haiti, Sierra Leone ve Irak gibi farklı ülkelerde uluslararası toplum tarafından yürütülmüştür. Bu devletler başarısız devletler olarak adlandırılmıştır.

Afganistan, 9/11 ve 21. Yüzyıllarda devlet binası kavramının uygulamalı alanıdır. El Kaide’nin ‘Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Amerika’da Pentagon’a saldırmasıyla terörizm ve radikalizm, küresel ve ulusal güvenliğe bir muamele olarak ortaya çıktı. ABD’nin, Al’Qaida’yı yenme operasyonu, Taliban’ın Afganistan’ın batısından ve güneyinden çökmesine neden oldu.

  • Başkan Bush, Afganistan’da demokratikleşme politikası ilan etti. Bu politika, liberal demokrasiyi ihraç eden ve Al’Qaida’nın Pakistan ve Afganistan’daki kutsal alanlarındaki yenilgisini ihraç eden liberal barış inşası gündemi ile desteklendi.
  • ABD ulusal Güvenlik Stratejisi 2002, ABD’ye yapılan tüm muameleleri analiz ediyor ve onlara çözümler sunuyor. Terörizm, uluslararası organize suç ve uyuşturucu kaçakçılığı,
  • ABD ulusal güvenliğinin en önemli muamelesi. Stratejiye göre, bu davranışların çoğu başarısız ve zayıf durumlardan oluşuyor.
  • Böylece devlet inşası başarısız devlet için çok önemli bir çözüm haline geldi .
  • Devlet kurma süreci, demokratik dönüşüm, insan hakları, iyi yönetişim, şeffaflık ve yolsuzlukla mücadele alanlarında çalışan uluslararası toplum, Afganistan’ı o zamandan beri farklı devlet yapıları perspektiflerinde destekledi.
  • Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Afganistan’da güvenliği sağlamak için ISAF’ı (Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü) karara bağladı. Uluslararası toplumun yanı sıra birçok konferans düzenledi

 

  • Afganistan’da devlet yapısının amacı. 2001) Bon Almanya  ( konferansı, devlet yapısının temellerini Ben çerçevesi olarak belirledi. Ayrıca, G8 ülkeleri güvenlik sektörü reformlarını paylaştı: Alman polisi reformu, İtalyan yargı reformu, ABD askeri reformu, silahsızlanma reformu, Japonya ve İngiltere.

2006 Londra Konferansı, Afganistan Ulusal Kalkınma Stratejisinin ortaya konduğu Afganistan kompaktını hazırladı. Bu strateji, 2008’den 2018’e kadar Afganistan ve uluslararası toplum için kalkınma hedeflerini ortaya koyuyor, ancak Afganistan hükümeti bu stratejiyi uygulayamadığından, Kabil Konferansı 2010, onu Kabil Süreci Ulusal Öncelikler Programı olarak değiştirdi ve geçişin temelini attı. Güvenlik sorumluluklarının. Tokyo Konferansı 2011, 2014’te iktidarın demokratik dönüşümüne ve yolsuzlukla mücadeleye ve iyi yönetişimin kurulmasına vurgu yapıyor.

 

  • Yukarıda belirtilen tüm süreçlerden, uluslararası toplumun Afganistan’a katılımının üç yaklaşım olduğu ortaya çıkıyor: uluslararası yönetim, çatışma sonrası barış inşası ve devlet kapasitesinin arttırılması. Şimdi devletin merkezi gücü olmasına rağmen, hükümetin Afganistan’ın her yerinde bir yetkisi yok. Güvenlik durumu 2003’ten bu yana kötüye gidiyor.
  • Araştırma sorusu
  • Uluslararası toplumun Afganistan’daki devlet inşası için katılımından ne gibi uluslararası ilişkiler öğrenebilir?
  • Afganistan’daki devlet inşa süreci, Afganistan halkı için ne kadar güvenlik sağladı?

 

L iteratür incelemesi

  • Devlet inşası ile ilgili mevcut literatür iki kategoride sınıflandırılabilir. İlk kategori daha politika odaklı ve uluslar arası sorunların ve devlet başarısızlığının çoğuna bir çözüm olarak uluslararası devlet bina projesinin savunuculuğunu yapıyor. Bu yaklaşım neo-liberal teorilerden gelmiştir. İkinci yaklaşım ilk yaklaşım için kritiktir ve liberal anlayışın çelişkilerine odaklanır, eşitsiz güç ilişkilerini vurgular ve batı ile doğu arasındaki farka vurgu yapar.
  • Neo-liberal devlet kurma yaklaşımı iki ana bileşene sahiptir: neoliberal ekonomik liberalizm ve liberal demokrasi. Bu yaklaşım, Adam Smith tarzı pazarlaştırmayı, bireysel ekonomik aktör için özgürlüğün genişletilmesini, eşitlikçiliği, insan haklarını ve demokrasiyi kurumsallaştırmayı amaçlamaktadır. Barış inşası, hızlı seçim ve agresif demokratikleşme, liberal devlet binasının bir parçasıdır (Thiessen, 2011).
  • Ashraf Ghani ve arkadaşları, fakir ve en az gelişmiş ülkelerde egemenlik gab olduğuna inanmaktadır. Bu devletler, jüri egemenliğine sahip olduğundan, egemenliklerini pratikte uygulayamadılar. Böylece aralarında egemenlik gab olacak. Yoksulluk, şiddet ve yolsuzluk, en az gelişmiş ülkelerde azalmak yerine artıyor. Bu sorunu çözmenin en iyi yolu devlet yapısını oluşturmaktır. Bununla birlikte, başarısızlığın giderilmesini amaçlayan uluslararası yardım sistemi, devlet aygıtına paralel yapıların kurulması, uyumlaştırma şansı, çekirdek devlet fonksiyonlarına devlet dışı hüküm sağlanması ve yardım akışında anlama şansı gibi bazı zararlara neden olmaktadır. Etkili yardım stratejisine sahip olmak için, yardım ajansları öncelikle devletin egemenliğini ölçmelidir; ikincisi, devletin şartlarına bağlı olarak, yardım kuruluşunun devlete yardım etmesi için bir zaman sınırı olmalıdır.

 

  • Uluslararası bir proje olarak devlet inşası, iyi yönetişim, barış inşası, sürdürülebilir kalkınma, hukukun üstünlüğü ve demokratikleşme gibi birçok alt programı içermektedir. Her türlü uluslararası sorun için terörizm, çatışma veya çevresel bozulma olur ya da devlet inşası çözüm olarak verilecek. Başarısız devletler uluslararası sistemde güvensizlik ve düzensizlik kaynağı olarak görülmektedir. Mevcut devlet bina söylemine göre, iyi yönetişim ve kurumsal yapı başarısız devletler için ana çözümdür. Devlet kurumları yetersiz ve zayıf olduğu için uluslararası sistemde ve küresel ekonomide kendilerini düzeltemediler.
  • Bu yüzden liberal sonrası paradigmaya göre sorun uluslararası sistem değil, devletin kendisidir. Üstelik bu yaklaşım demokrasiyi geliştirme projesinin yerini aldı. Örneğin, Avrupa Birliği, demokrasi binası yerine hukukun üstünlüğü ve kurumsal yapılanma üzerine odaklanmaktadır. Bu kurumsal yapıdaki sorun, sosyo-ekonomik bağlamı görmezden gelmesi ve insanları marjinalleştirmesidir. (Chandler, 2010)
  • Boege ve arkadaşları, batılı olmayan toplumlarda devletin kültürel, ekonomik ve politik gelişme ile birlikte gelişmediğini söylüyor. Toplum, devlet aygıtını almaya hazır değildi, dolayısıyla devletten koptu. Devlet için ne yapmaları gerektiğini ve ondan ne beklemeleri gerektiğini anlamadılar.
  • Francis Fukuyama, devlet inşası sorununun “durağanlığın farklı boyutlarını açmakta başarısız olduğunu” söylüyor. Çünkü hükümetin müdahalesini azaltan bir dereceye varıldı, bu nedenle hükümetin güçlenmesi göz ardı edildi. Devletlik ve devletin güçlenmesi, yaptığı faaliyetler ve hukuku yönetme ve hükmetme yetisi ile ilgilidir. Bir devlet kararını yerine getirme kabiliyetine sahipse, o devlet başarısız devlet krizine yol açar (Coyne, 2004)
  • Demokrasi ve devlet inşası arasındaki ilişkide, Samuel Huntington, devletlerin birinci önceliğinin düzen, ikinci aşamada ekonomik gelişme ve son olarak da demokrasi olduğunu söyledi.

 

Kritik Burs

 

  • Chandler, uluslararası devlet inşası için üç yaklaşım olduğunu belirtti: uluslararası yönetim, çatışma sonrası barış inşası ve devletin başarısızlık riskini ele almak için devlet kapasitesinin arttırılması. Liberal devlet binası projesinin önde gelen eleştirmenleri bu üç alana da odaklanıyor. Mark Duffield, Michael Pugh, Roland Paris ve Oliver Richmond, devlet binalarına yapılan barış inşası yaklaşımının önde gelen eleştirmenleridir
  • Roland Paris, liberalleşme olan barış inşasının ve devlet inşasının sona ermesinin tamam olduğunu, ancak liberalleşmeden önce kurumsallaşmanın yapılması gerektiğini ileri sürüyor. Demokrasi ve piyasa ekonomisi, istikrarsızlaştırıcı seçim faktörünü ve pazar rekabeti kontrol altına alabilmesi için güçlü dengeleyici kurumlar kurma zamanına kadar ertelenmelidir. 1989-1999 arasında on dört barış inşası ve statü inşası hızlı liberalleşmenin şiddetin yeniden ortaya çıkmasına neden olduğunu göstermektedir. Michael Barnett, cumhuriyetteki barış inşası yaklaşımını önermektedir. Müzakere, anayasacılık ve temsil, barış inşası için önemli adımlardır. Seçim hızlı bir şekilde yapılmamalı, ilk aşamada temel düzeyde yönetişim başlatılmalıdır (Thiessen, 2011).
  • Barış inşasına özgürleştirici yaklaşım Richmond’dan geliyor. Yerel ve marjinal gruplarla etkileşim ve aşağıdan yukarıya yaklaşım bu yaklaşımın ana noktasıdır.
  • Mac Ginty, geleneksel ve yerli bir barış inşası süreci sunar. Bu yaklaşım, yerel kültürde yabancı kültür uygulayabilecek herhangi bir dış müdahaleye kuşkuyla yaklaşmaktadır. Bu nedenle geleneksel ritüeller, uzlaşma kararları ve karşılıklı tazminat önemli sayılmaktadır (Thiessen, 2011).
  • Boas ve Jennings, başarısız devlet kavramının batı güvenlik kaygılarına baktığını, bu nedenle terör ve yaratıcının destekçisi olarak gördüklerini batı devletlerine meydan okuduğunu belirtti (Edward, 2010). Benzer şekilde, liberal barış inşası projesinin “Batı’nın güvenliğini güvence altına almak için gelişmekte olan nüfusu manipüle etmek…” ve yerli sosyal ve siyasi örgütlenme biçimlerinin kabile, klan temelli ve modern işlevsellikten yoksun olduğunu söyleyen Jabri ve Williams tarafından da analiz yapıldı. Batılı örgütlenme biçimlerinin batılı olmayan bağlamlara gömülmesini gerekçelendiriyor. ”(Thiessin, 2011).
  • Jacoby, savaş sonrası inşa ve devlet inşasının devletin egemenliğini sınırladığını ve batı şirketlerine ve dünya pazarına fırsat sağladığını söylüyor. Irak’a ABD saldırısı ABD hegemonyasını yaymak içindi.
  • Barnett Rubin, Afganistan’daki parçalanmanın, BM’nin bu ülkenin barış inşasında engel teşkil ettiği kadar yüksek olduğunu belirtti. Tehdit, zorluklar ve değişim konusundaki üst düzey panel, devlet inşasına yardım etmenin paradoksal olduğu için yeniden yapılanma kullanımını engelledi, bu nedenle küresel bir adli sistemdeki çevreyi stabilize etmede büyük gücün rolünü desteklediler.
  • Afganistan’da birleşik bir stratejik plan yoktu. Tam başlangıçtan itibaren ABD planları Washington’da BM’ye ve uluslararası topluluğa danışma olmadan kuruldu. Devlet binasında zorlama, kaynaklar ve meşruiyet olmak üzere üç unsur uluslararası toplumdan geliyordu.
  • David Chandler, devlet binasını eleştirel bir bakış açısıyla inceledi ve mevcut devlet binasının, bireyin özerkliğini baltalayan liberal bir proje olarak işlediğini analiz etti. Bununla birlikte, özerklik ve özgürlüğü teşvik etmek, klasik liberal fikirlerde devlet binasının çekirdeğini oluşturuyordu.

 

Metodoloji

  • Bu çalışmanın yöntemi, farklı yorumlayıcı eleştirel araştırma metodolojisinin bir kombinasyonu olacaktır. Karma bir araştırma yöntemi, çoklu veri toplama ve veri analizi yöntemlerine yol açacak çoklu veri sorgulama yöntemlerinin kullanılmasını ifade eder.
  • Kritik araştırma yöntemi dört adımda işler hale gelir: yorumlayıcı, ampirik-analitik, diyalektik ve pratik. Sosyal süreçlerden ezilen ve dışlanan sosyal ajanları tanımlar. Sonra bir içsel olmayan yaklaşımla; Bir yandan, aracıyı yaşamda yöneten çevre, değerler ve normlar incelenecek, diğer yandan araştırmacı da aracının devlet inşasını nasıl anladığını yorumlamaya çalışacaktır. Bu bölüm Afganistan’daki uluslararası toplum politikasının içerik analizi yoluyla yapılacaktır.
  • Veri toplama, birincil verileri ve ikincil verileri içerir. Ana veriler uzmanlarla açık uçlu görüşmeler yapılarak toplanacak

ve Kabil-Afganistan’da akademisyen. Muhtemel örneklemeye göre görüşme yapılacaktır. Muhtemel örnekleme, örnekleme çerçevesinin kesin olmadığı ve örnek bireylerin geçmişten belirlenemediği ve muhtemelen seçildikleri bir örnekleme türüdür. İkincil veri kitapları, dergi makaleleri ve çevrimiçi kaynakları içerir. Birincil ve ikincil verilerle uğraşırken, veri kaynakları arasında iyi bir çeşitliliği korumak için her zaman dikkat gösterilir. Bu, sorulara farklı bakış açılarından bakmanızı sağlayacaktır.

Geçici Zaman Çizelgesi

Bu araştırmayı gerçekleştirmek için üç buçuk yıla ihtiyaç duyulduğu varsayılmaktadır. İlk altı ay, ilgili tüm literatürü bölümün fakültesine danışarak almaya gidecektir. Daha sonra, literatür taramasını, arka plan okumayı ve son araştırma sorusunu tamamlamak için altı ay gerekir. Daha sonra, görüşmeler ve belgeleri içeren birincil verilerin toplanması bir yıl sürecektir. Toplanan verilerin analizi ve yorumlanması altı ay sürecek ve sonuçta tamamlanması yaklaşık bir yıl sürecektir.

 

Kaynakça

1- Coyne, C. J. (2004), State-Building: Governance and World Order in the 21st Century. American Journal of Economics and Sociology, 63: 951–954. doi:10.1111/j.1536-7150.2004.00328.x

2- David chandler (2010), International state building: The Rise Of Post Liberal Governance, Routledge, New York

3- Fukuyama, Francis (2004) State-Building: Governance and World Order in the

21st Century. New York: Cornell University Press.

4- Ghani, Ashraf and Lockhart, C (2005), Closing the Sovereignty Gap: An Approach to State building, Overseas Development Institute Working Paper

5- Ghani, Ashraf and Lockhart, C (2008), Fixing Failed States: A framework for

Rebuilding a Fractured World, Oxford: Oxford University Press

6- Thiessen, Charles (2011) “Emancipatory Peacebuilding: Critical Responses to

(Neo) Liberal Trends.” In. Critical Issues in Peace and Conflict Studies: Theory,

Practice and Pedagogy. Plymouth: Lexington. Books

7- Zubair Popalzai (2014), State-building and Fragility of Personality-dependent Political Order, MAY 7 2014, URL: http://www.e-ir.info/2014/05/07/state-building-and-fragility-of-personality-dependent-political-order/#.U2pGPWes06A.facebook.

 

Afganistan’ın 18. yüzyıldan günümüze jeostratejik önemi

June 10th, 2020 Tarihte Mohammad Ekram Yawar Tarafından Bilim, Makaleler Bölümünde Yayınlanmıştır | Yorum Yok

Avrupa Birliği ve Afganistan Barış İçin Beklentiler

June 10th, 2020 Tarihte Mohammad Ekram Yawar Tarafından Bilim, Makaleler Bölümünde Yayınlanmıştır | Yorum Yok

PUTİN LİDERLİĞİNDE GÜÇLENEN RUSYA

June 10th, 2020 Tarihte Mohammad Ekram Yawar Tarafından Bilim, Makaleler Bölümünde Yayınlanmıştır | Yorum Yok

Kabine oluşturuldu Peki Şimdi Ne Olacak!

January 13th, 2015 Tarihte admin Tarafından Bilim, Forum, Haberler, Makaleler, Tarih Bölümünde Yayınlanmıştır | Yorum Yok

Hani bir atasözü vardır “Horozu çok olan köyün Sabahı geç olur” diye. Bizim ülkenin de horozu çok maşallah hep geç uyanıyoruz yine de hayırlısı…

Ne yazık ki Afganistan’da siyaset ve demokrasi ırka ve etnik kökene dayalı bir anlayış çerçevesinde yürümektedir.  Bunu geçtiğimiz günlerde açıklanan “Ulusal Birlik Hükumetinin” kabinesinde de açıkça görmek mümkündür. Burada bunun sebebini tartışacak değilim çünkü çok sayıda sebep gösterilebilir; ancak şunu da soğrulamadan geçmek istemiyorum. Acaba liderlerin arkasına saklandığı bu ırkçılık anlayışı, ülkede gerçekten de var mıdır; yoksa birileri kendi çıkarlarına masum milleti alet mi etmektedir. Bana göre sonuncusu daha mantıklı gibi…

Malum Dun itibarıyla “Ulusal Birlik Hükumetinin” 25 bakanlıktan oluşan kabine listesi kamuoyuyla paylaşıldı. Buna göre dokuz bakanlıkla Peştunlar %36 gibi bir oranla kabinede birinci sırada gelmekteler. Söz konusu bakanlıklara atanması için 7 isim Cumhurbaşkanı Gani tarafından belirlenirken iki isim de İcraiyye Başkanı Dr. Abdullah Abdullah tarafından belirlenmiştir. Bu bakanlıklar sırasıyla şöyle:

Savunma Bakanlığı:

Maliye Bakanlığı:

Şehircilik Bakanlığı:

Uyuşturucuyla Mücadele Bakanlığı:

Yüksek Öğrenim Bakanlığı:

Sehedat ve Kabail Bakanlığı:

İç işler Bakanlığı:

İnkişâf-ı Dihât Bakanlığı.

 

Tacikler ise yedi Bakanlıkla kabinenin %28 ini oluşturmuş durumdalar. Bu bakanlıklar şöyle:

Ziraat Bakanlığı:

Dış İşler Bakanlığı:

Eğitim Bakanlığı:

Enerji ve Su Bakanlığı:

Adlıya Bakanlığı:

Sağlık Bakanlığı:

Kadın işleri Bakanlığı

 

Hazara ve şîilerde beş bakanlıkla kabinenin %20 sini kapmış durumdalar. Bunla şöyle:

Fevâid-i Amme Bakanlığı

Sosyal İşleri Bakanlığı

Haberleşme Bakanlığı

Ticaret Bakanlığı

Muhacirler Bakanlığı

Özbekler de üç bakanlıkla kabinenin %12 sini oluşturmuş durumdalar.

Ulaştırma Bakanlığı

Kültür ve İtlaat Bakanlığı

İktisat Bakanlığı

 

Türkmenler de tek bakanlıkla kabinenin %4 ünü oluşturmuş durumdalar.

Hac ve Evkâf Bakanlığı.

Gördüğünüz gibi durum bundan ibaret. Tabi bu kesin bir liste değil henüz. Daha meclisten güvenoyun alınması lazım o yüzden değişiklik olabilir. Diğer önemli bir noktada şu: söz konusu bakanlıklara düşünülen isimler ayni milliyetten olsalar bile siyasi görüş olarak birbirine rakip partilere mensupturlar. Bu, bende, ülkede ırkçılık siyasete alet ediliyor hissini uyandırdı…

Araştırmacı Yazar Dr. Muhammad Qasim İBADİ

Türkmen Düşünürü Mahtumkulu’nun Dönemi

May 2nd, 2014 Tarihte admin Tarafından Bilim, Edebiyat Bölümünde Yayınlanmıştır | Yorum Yok
Y. Kor,  05.12.2013, Türkmen Düşünürü Mahtumkulu’nun Dönemi
Büyük Türkmen şair ve düşünürü Mahtumkulu Feragi 1733’de doĝmuş ve1790’da ölmüştür. Ancak son zamanlarda Türkmenistan Cumhuriyeti‘nde ve Iran‘da Türkmen araştırmacılar tarafindan bulunan yeni belgeler onun doğum yılını 1724, ölüm tarihini de 1797 olarak göstermektedir. Doğum ve ölüm tarihleri tartışmalı olsa da, bu büyük şairin 18.yüzyılda karmaşık bir dönemde yaşamış bir aydın olduğu gerçeği inkar edilemez.
   Bilindiği gibi Mahtumkulu büyük ölçüde 1700 yılında doğan ve 1760’ta vefat eden babası Devletmemmet Azadi’nin etkisinde kalmıştır. Mahtumkulu’nun eğitimi üzerinde derin izler bırakan babası, yazdığı „Va’z-ı Azad“ adlı kitabında ilk kez olarak, Türkmen-lerin özgür bir Devlet kurması gerektiğiyle ilgili düşüncesini ileri sürmüştür. Burada, Mahtumkulu’nun siyasal, toplumsal düşüncelerinin de  büyük ölçüde Azadi’nin etkisi altında olduğunu belirtmek gerekir. Bunu Mahtumkulu’nun, babasının öğrencisi olduğunu vurgulamasından anlıyoruz:Du‘a kılsam cebr u cefa ekserdir ılm öwreden ustad kıblam pederdir
Mahtumkulu, İran Türkmenistanı’nda doğup yaşadığı için, yaşadığı dönem de İran tarihi ile yakından ilgilidir. 16. yüzyılda İran’da Safevi devleti kurulmuştur. Bu devlet şi’î mezhebini devletin resmi dini i’lan etmiştir. Safeviler 220 yıl boyunca İran nüfusunun büyük bir bölümünü kılıç gücü ile şi’îleştirmeyi başarmışlardır. Safevilerin, Afganlar tarafindan 1722’de yıkılışından sonra İran’da bir iktidar boşluğu ortaya çıkmıştır. Bu boş-luk sonraları Horasan’da, iktidarı ele geçiren Nadir Şah Avşar tarafindan doldurulmuştur.
  Safevilerden miras kalan şi’î-sünni çatışmasına son vermeyi Türkmen ve diğer sünnilere vaadeden Nadir Şah ömrünün sonuna dek bu yolda çalışmıştır. Bu dönemde Safeviler’den kaçıp Kara Kum çölünün kuzeyinde kendilerine sığınacak yer bulmuş olan Türkmenler de yurtlarına geri dönmüşlerdir. Bu dönüş ise İran Türkmenistanı’nın nüfus sayısının artmasında önemli rol oynamaya zemin hazırlamış, Türkmenistan’ın içinde de kimi değişikliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Örneğin, Türkmenlerin Gökleng boyu (Mahtumkulu’nun mensup olduğu boy) bugünkü Günbed-i Kavus (eski adı Gürgen) şeherinin doğusuna göç etmişler, böylece Gökleng boyu Horasan bölgesinin sınırlarına yakın bir bölgeye yerleşmişlerdir. Bugün, Mahtumukulu ile babasının mezarları da bu bölgede, Aktokay‘da bulunmaktadır.
   Safevilerin çöküşüyle birlikte İran’da üç önemli güç ortaya çıkmıştır. Mekez ile Güney Afganistanlılar‘ın, Gürgen, Astarabad ve Mazenderan bölgeleri de Yomut Türkmenleri ile Kaçar Türklerinin eline geçmiş, Gökleng, Yemreli ve Alili Türkmenleri ile Avşar Türkleri de Horasan’a hakim olmuşlardır. Nadir Avşar, Türkmenler‘in yardmı ile 1729‘da, Afganları, Safevilerin başkenti Isfahan’da yendikten sonra, tüm İran’ı hükmü altına almıştır. Nadir Şah bu önemli zaferden sonra, Azerbaycan‘ın Muğan çölünde  büyük bir kurultay düzenlemiştir.1736 yılının Ocak ayında başlayan bu kurultayda, İran’ın çeşitli bölgelerinden yüz binden çok insan toplanmıştır. Bu toplantıya katılanların arasında, ayrıca Fransa, Vatikan, Rusya ve Osmanlı devletlerinin temsilcileri ile, Yahudi, Hrıstıyan ve Müslüman din bilginlerinin temsilcileri de katılmışlardır.
İran’ın çeşitli bölgelerinden kurultaya katılan temsilciler, Nadir’in şah olmasını ısrarla istemişlerdir. Nadir ise onlara bu ülkenin başlıca sorununun din ve mezhepten, daha doğrusu şi’î ve sünni kavgasından kaynaklandığını söyleyerek, temsilcilerin isteklerini geri çevirmiştir. Birkaç gün süren gergin tartışmalardan sonra, şartları, temsilciler tarafindan kabul edilen Nadir, İran‘ın şahı olmayı kabul ettiğini ilan etmiştir. 17 Şubat 1736‘da, kurultaya katılan tüm temsilciler tarafından bir anlaşma imzalanmıştır. Böylece, “mezhepsel reform” sayılan bir anlaşma sonuçlanmıştır. Bu olaydan sonra   9 mart 1736‘da Nadir Şah taç giymiştir. Nadir Şah, şi’î-sünni kavgasına son vermek konusunda, özellikle Türkmenlere söz vermiştir. Bu reformu gerçekleştirmek için, önce Osmanlı imparatorluğu ile ilişkiye girmiştir.
    Nadir Şah’ın 1747 yılında bir suikast sonucu öldürülmesiyle “mezhepsel reform” gerçekleşmese de, gösterilen çaba Türkmenler için büyük bir kazanç ve zafer olarak onların ulusal bilinç ve özgüvenlerini kat kat artırmıştır. Başka bir deyişle,  bu tarih (1736), Türkmen halkının tarihî bir olayda önemli bir rolü üstenmesinin bir kanıtı olmuştur. Mahtumkulu ile babası Azadi de böyle bir tarihsel, toplumsal ve siyasal ortamın ortaya çıkardığı önemli şahsiyetlerdir. Bu tarihî olayda Türkmen ulusal bilncinin oluşması sonucunda, geniş çapta bir ulusal uyanışa olanak sağlanmıştır. Bu uyanışın en belirgin örneği Azadi’nin Va’z-ı Azad adlı yapıtında dikkati çekmektedir. Daha önce belirtildiği gibi  Azadi’nin bu yapıtı oğlu Mahtumkulu için önemli bir kılavuz olmuştur.
Mahtumkulu’ya gelince, bütün şiirlerinde şi’îlerin birinci imamının yüce kişiliği derin bir saygıyla betimlenmektedir. Ayrıca, şairin divanında bir kez bile mezhepsel ayrımlara yer verilmemiştir; şi’î-sünni kavramları yerine de sürekli müslüman kavramı kullanılmaktadır. Bu da Mahtumkulu’nun Nadir Şah’ın projesini desteklemesinin açık bir göstergesidir.
   Nadir Şah’ın öldürülmesinden 3 yıl sonra, Türkmenistan’da olduğu gibi, İran’da ve Afganistan’da da yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemde, Mahtumkulu 16-17 yaşındayken, İran’da yeniden üç rakip güç ortaya çıkmıştır: Azerbaycan, Merkezi İran ve güney bölgeleri, üçüncüsü de  Astarabad Kaçarları ile Yomut Türkmenlerinin egemen oldukları bölgelerdir. Bu arada, Gökleng Boyu (Mahtumkulu’nun boyu), Afganistan‘ı Iran’dan ayıran Ahmet Şah Dürrani ile bir birlik kurmaya çalışmıştır. Mahtumkulu bu birliği kolaylaştırmak için Ahmet Şah için “Arş-ı A‘lâya” adlı şiirini yazmıştır. Ahmet Şah Dürrani, Sebzevar şehri yakınında Yomut-Kaçar birliğine yenilip Afganistan’a çekilmek zorunda kalmıştır. Bu durum Mahtumkulu’yu hayal kırıklığına uğratmıştır. Mahtumkulu’nun bu dönem Afganistan’a gidip geri gelmeyen kardeşi Abdullah ve savaşta ölen Çavdır Han için yazdığı ağıtı andıran şiirleri bugün şu adlarla bilinir: “Bular Gelmedi”, “Abdullah” ve „Çavdır Han Üçin“. Bu şiirler şairin ruhsal durumunu etkileyici bir biçimde tasvir etmektedir. Ilginç olan Mahtumkulu’nun da iki kardeşi gibi Ahmet Şah ordusuna katılmak istemiş olmasıdır. Babası şairin bu isteğine karşı çıkmış ve onun Afganistan’a kardeşlerinin peşinden gitmesine izin vermemiştir. Bu konu Mahtumkulu’nun “Oğlum- Azadim” adlı şiirinde işlenmistir.
Bu olaylardan sonra Mahtumkulu, türkmenler‘in birleşmesi için yılmadan çalışmaya başlamıştır. Şairin çabaları “Öni Ardı Bilinmez”, „Gökleng” gibi şiirlerinde yansımıştır.
Mahtumkulu’nun, Türkmenler’in birleşmesiyle ilgili çabaları ve arzusu sonuçsuz kalınca, onun yaşamında köklü bir degişme olmuştur. Bu değişme şairin bazı şiirlerinin içeriğinde sezilmektedir. Şairin, hayatının bu döneminde dînî, ahlâkî ve tasavvufî şiirler yazmaya önem verdiği dikkati çekiyor. Mahtumkulu bu tür şiirlerinde daha çok Türkmen halkının dînî yönden maneviyatını yükseltmeyi amaçlamıştır.
    Bu yazıda Mahtumkulu’nun çağından ileri bir düşünür olduğunu, yaşamının çeşitli dönemlerinde kendi halkını, toplumunu ve yurdunu düşünerek şiirler yazan bir şair ve düşünür olarak babasının yolunu izlemiş ve özgür bir Türkmen Devletinin kurulması uğrunda tüm gücüyle çaba göstermiş olduğunu yansıtmaya çalıştık.%
Kaynaklar: 1-TSSR-nin Tarihi, Aşkabat, Ilım 1959. 2- Mahtumkulu‘nun Divani“, Aşkabat, Ilım 1986.
 3- Abdulgafur ahund Ahengeri, „Türkmenler tarihi“ , Gonbad Kavus 1381şemsi / 2002.
 4-„İran‘ın 18.Yüzyıla Kadar Tarihi“, Kerim Keşaverz tercümesi, Tahran Universitesi, 1346 Şemsî
 5- Annadurdu Onsori,“ Mahtumkulu‘nun Hayatı ve Dönemi“ (makale), 2013.

MEDYA VE GÜÇ

December 3rd, 2011 Tarihte admin Tarafından Bilim Bölümünde Yayınlanmıştır | Yorum Yok

Serajuddin Ayden, ODTÜ, Ankara, Türkiye

Tarih boyunca hep güçlü güçsüz olanı kendi çıkarları yönünde kullanmıştır ve güç kavramı dönemden döneme değişik anlamlar taşımaktadır. Küreseleşme ve teknolojinin gelişmesi ile ise güç kavramının taşıdığı anlam önemli derecede değişmiştir. Eskiden güçlü olmak için büyük bir orduya sahip olmak gerekirdi ama günümüzde güçlü olmak için sadece ordu yetmiyor ayrıca toplumun da desteğini almak gerekiyor. Bu da eskiden olduğu gibi güç kullanılarak elde edilmiyor çünkü toplumlar ve devletler artık demokrasi kurallarına göre hareket ediyorlar. Bu kurallara göre de bireyler istediği kişiyi ya da partiyi desteklemekte özgürdürler. Nasıl ki demokrasi insanlara, özgürlük armağan ediyorsa, teknolojik gelişmeler de toplumlar arasındaki iletişimi kolaylaştırıyor ve bireylere ulaşmayı basitleştiriyor. Teknolojinin gelişmesi ile hayatımızın ayrılmaz bir parçası olarak ortaya çıkan ve güç ile iç içe olan sektörlerden biri de medya sektörüdür.

(1)

Kitle iletişim araçları olarak da adlandırdığımız medya kavramı, 1920’lerden itibaren kullanılmaya başlanmıştır(2). Her türden sözlü, yazılı, basılı, görsel metin ve imgeleri içeren çok geniş iletişim araçlarını kapsayan bir kavramdır. Bu kavramın içine gazeteler, dergiler, kitaplar, broşürler gibi basılı; televizyon, sinema gibi görsel-işitsel ve radyo gibi işitsel kitle iletişim araçları girmektedir(3). Günümüzde bu kavrama internet, billboard benzeri yenileri de eklenmiştir(4). Günümüzde insanlar medyayı değişik şekillerde takip etmektedir. Örneğin; bazıları gazete bazıları da televizyon ve internet üzerinden, dünyada ve kendi çevrelerinde olup bitenleri, birkaç saniye içerisinde hemen öğrenebiliyorlar. İnsanların medyayı yakından takip etmeleri ve ona olan ilgileri de medyanın hayatımızın ayrılmaz bir parçası olduğunu ve yaşamımızı etkisi altına aldığını göstermektedir. Medya genellikle kültürel, siyasal ve ekonomik alanlarda insanları etkiler ve yönlendirir. Medyanın insanları bu şekilde yönlendirmesi de onun ekonomik, siyasal ve kültürel bir güç sahibi olduğunu ifade etmektedir.

Medyanın en güçlü olduğu alan ise siyasal alandır. Geleneksel medya (televizyon, radyo ve gazete) dördüncü bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Demokrasinin konuşulduğu toplumlarda devletlerin

güç sahibi olabilmeleri için insanları ideolojik olarak yönlendirebilmeleri gekrekmektedir. Bunu yapabilmeleri için de kullanılacak en uygun araç, medyadır. Devletler, medyayı kullanarak olayları insanlara farklı şekilde, kendi çıkarları yönünde, aktarabiliyorlar ve toplumdaki güçlerini saklayabiliyorlar.  Başka bir deyişle, devletler ve medya patronları aralarında anlaşma yaparak olayları istedikleri yönde millete aktarabiliyorlar. Bunun örneği olarak da Hakkari’deki askere saldırıdan hemen sonra Başbakan Tayyip Erdoğan’ın medya patronları ile görüşmesini verebiliriz.  Bir başka örnek de Amerika’dan gösterilebilir. Amerika’da yaşayan bireylerin çoğuna, Amerika’nın Irak’a girişi hakkında soru sorarsak diyecekleri tek bir cümle vardır. O da “Biz oraya demokrasiyi götürdük.” cümlesidir.  Oysaki Amerika’nın Irak’a girmesinin sonucunda sivil halktan binlerce insan ölmüştür. Amerikan sivil halkının böyle düşünmesi ise medyadan yoluyla yapılan yayınların ve verilen mesajların sonucu olarak elde edilmiştir. Bu da medyanın dördüncü bir güç olarak devletler tarafından nasıl kullanıldığını göstermektedir.

Medyanın etkili olduğu bir diğer alan ise ekonomik alandır. Medya, özellikle de televizyon ve internet, insanların hayatını o kadar kapsamıştır ki onsuz hayatı hayal etmek bile çok zor gelir. Çay içerken, yemek yerken, arkadaşlarla sohbet ederken hep televizyon izleriz ve onda gördüklerimizden de ister istemez etkileniriz. Medya araçları olan televizyonlarda, gazetelerde, radyolarda ve internette verilen reklamlar ise ürünlerin ve malların hızlı bir şekilde satılmasını, tüketim kültürünün yayılmasını ve ekonominin dönüşümünü sağlar; şirketlerin büyümesine sebeb olur. Bu da medya patronlarının ve kapitalistlerin bu sektörü kullanarak insanları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiklerini ve medya ile ekonomik güç arasındaki bağı bize göstermektedir.

Siyasal ve ekonomik gücün yanı sıra medyanın önemli derecede kültürel etkisi de vardır. Teknolojinin gelişmesi ile medya sektörü de büyük bir gelişime uğraşmış ve hayatımızın tüm alanlarına yayılmıştır. Bu da bazı kültürlerin kaybolmasını, bazılarının ise yayılmasını hızlandırmıştır. Televizyonlarda izlediğimiz yabancı diziler, programlar ve filmler ister istemez dikkatimizi çekiyor, bizi kendi geleneklerimizden ve kültürümüzden uzaklştırıyor. Bu da bir anlamda medyanın kültürel etkisini ve gücünü ifade etmektedir.

İnternet ya da sosyal medyanın icat edilmesi ve yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanması ile ise geneleksel medyanın güç tabanı sarsılmış durumdadır. Sosyal medya geleneksel medyaya göre daha özgürlükçü olarak ortaya çıkmış ve onu bir anlamda sorgulamaya başlamıştır. İnsanlar sosyal medyaya kendi düşüncelerini direk yazabiliyorlar ve dünyada internet kullanan herkesle kolay bir şekilde düşüncelerini paylaşabiliyorlar. Bunu yaparken de hiçbir engelle karşılaşmıyorlar. Bu da sosyal medyanın özgürlükçü olarak ortaya çıktığını ve devletlerin kontrolünün dışında olduğunu göstermektedir. Buna örnek olarak da Facebook ve Twitter sosyal ağlarını verebiliriz. Bu sayfaları kullanarak, insanlar büyük bir kitleye ulaşabiliyorlar. Örneğin; Arap Baharı’nda insanlar bu sayfaları kullanarak büyük bir kitleyi oluşturdular, aynı hedef peşinde koştular ve sonucunda da uzun süredir güç sahibi olan diktatör devletlerin yıkılmasına ve yeni rejimlerin ortaya çıkmasına sebep oldular. Bu da sosyal medyanın daha özgürlükçü ve sorgulayıcı olarak ortaya çıktığını göstermektedir.

Sonuç olarak, medya, devletlerin dördüncü bir gücü olarak ortaya çıkmış; insanları devletlerin istediği yönde yönlendirmiş ve insanlar üzerindeki etkisini sürdüre gelmiştir. Bunun yanı sıra medya, kapitalistler için de en kullanışlı araç olmuş ve tüketim kültürünün yayılmasına yol açmıştır. Ama teknolojideki gelişmeler sonucunda medya sektöründe de büyük bir gelişme yaşanmıştır. Bu gelişme sonucu olarak da sosyal medya icat edilmiştir. Sosyal medya geleneksel medyaya göre daha özgürlükçü ve sorgulayıcı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Sosyal medya insanlar arasındaki iletişimi ve birbirleri ile düşüncelerini paylaşmayı kolaylaştırmıştır. Buda insanların bir araya gelebilmelerini ve toplumdaki yolsuzluklara karşı durabilmelerini sağlamıştır. Tüm bunlar da medya ile güç kavramının ne kadar iç içe olduğunu bize yansıtmaktadır.

 

 

Kaynakça

(1)    Necla Mora,Medya çalışmaları medya pedagojisi ve küresel iletişim, Aralık 2008,s 1 http://politikadergisi.com/sites/default/files/kutuphane/medya_calismalari_medya_pedagojisi_ve_kuresel_iletisim.pdf#page=8

(2)   Alıntılayan  Necla MORA,medya ve kütürel kimlik,uluslararası insane bilimleri dergisi,cilt 5, sayı 1,yıl 2008, s. 5 www.insanbilimleri.com/ojs/index.php/uib/article/download/406/273

 

(3)   Mora Necla, medya ve kültürel kimlik, uluslararası insan bilimleri dergisi, cilt 5,say1, yıl 2008, s. 5. www.insanbilimleri.com/ojs/index.php/uib/article/download/406/273

 

(4)  Alınttılayan Necla Mora, medya ve kültürel kimlik, uluslararası insan bilimleri dergisi, cilt 5, sayı 1, yıl 2008, s.5 www.insanbilimleri.com/ojs/index.php/uib/article/download/406/273

 

OĞUZ ADININ MENŞEİ ANLAMI VE İŞTİKAKİ

October 16th, 2011 Tarihte ibadi Tarafından Bilim, Tarih Bölümünde Yayınlanmıştır | Yorum Yok


Gerek menkıbevi destanlarda ve gerekse diğer tarih kitaplarında Oğuz Han, Oğuzlarla ve bu adın menşei ve anlamı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. 552’li yıllarda Bumîn Han tarafında Orhun’da kurulmuş olan Gök Türk İmparatorluğu kabileler birliğinden oluşmuş bir saltanattı. O dönemden kalma yazıtlarda Oğuz adından bahsedilmesi onların; Gök Türk devleti içinde en önemli kabilelerden biri olduğunu göstermektedir. Kısa sürede Batı ve Doğu Gök Türkleri olarak ikiye ayrılmış olan devletin Oğuzlar, Doğu Türklerinin yanında yer alan ve Ceyhun’un batı sahilinden Hazar’ın Doğu taraflarına yerleşmişlerdir. Tarihçiler ve araştırmacılar onların dönemini Mitolojik ve Tarihî dönem olarak iki açıdan değerlendirmeye çalışmışlardır.[1]

Mitolojik ve Efsanevî devre olarak adlandırılan dönemi, Tarihçilerin çoğu Hz. Nuh’un dönemine kadar götürerek oğlu Yafes’i Türkistan’a (Doğuya) gönderdiğine inanmaktadırlar. Verilen bilgilerde küçük farklılıklar olmakla beraber genel olarak aynıdır. Bu konuda derli toplu ve genel bilgileri ise Reşidüddin’in eseri vermektedir. Onun eseri Camîü’t-Tevarihte geçmekte olan bilgilere göre Hz. Nuh yeryüzünü üçe bölerek üçüncü oğlu olan Yafes’i ( bazı kaynaklarda Biafes ) doğuya yani Türkistan’a yollamıştır. Bununla birlikte aynı müellif Yafes’e Türklerin “ Ebû Bece Han veya Ebulce”  dediklerini nakletmekle beraber,  kendisinin Ebû Bece’nin Hz. Nuh’un oğlu veya torunu olup olmadığı konusunda tereddütte olduğunu söylemektedir. Ancak Ebu’lce Han’ın Hz. Nuh’un neslinden olduğunu ve bu konuda neredeyse tüm tarihçilerin müttefik olduklarını kaydetmektedir. Yine Ebû Bece Han’ın Dip Bakoy adında bir oğlunun olduğu ve Dip Bakoy’un da Kara Han, Orhan, Ker Han ve Kez Han adında dört oğlu olup, kavmin tümünün kafir olduğu nakledilmektedir. Babasından sonra tahta geçen Kara Han’a Allah, üç gece üç gündüz annesini emmeyen ve annesine rüyasında Müslüman oluncaya kadar kendisini emmeyeceğini söyleyen bir oğul nasip eylemiştir. Bir yaşındaki çocuğa isim koymak için toplanıldığı sırada benim ismim Oğuz olsun demiş ve böylece ismini Oğuz koymuşlardır.[2] Burada Oğuz Han’ın dünyaya geldikten bir yıl sonra konuşmaya başlayarak “Sarayda doğduğum için adım Oğuz konulsun” dediği de gelen rivayetler arasındadır.[3]

Gök Türk hâkimiyetinde görünen Oğuzlar Bazen Üç Oğuz bazen de Sekiz Oğuz şeklinde anılmakla birlikte yaygın olarak Dokuz Oğuz şeklinin kullanıldığı görülmektedir.[4] Dokuz Oğuzlar’ın Boy Teşkilâtı Oğuz adı kitabelerde bazen “Tokuz Oğuz” şek­linde geçmektedir. Buradaki “dokuz”, kitabeler­de birçok örneği görüldüğü üzere (Üç Karluk, Otuz Tatar, Sekiz Oğuz) Oğuzlar’ın dokuz boydan oluştuğunu gös­termektedir. Ancak bu dokuz boydan sa­dece Tonra ve Kum (Kunu) adlı boylar bi­linmektedir. İslâm kaynaklarında Uygurlar’a Toguz Guz denmesi, her iki kavmin bir hane­danın idaresi altında bulunmasından ve adlarının birbirine benzemesinden (Uy­gur)» Gur, Oğuz” (Guz) kaynaklanmış ol­malıdır. Nitekim Çinliler de Uygurlar’ı dokuz boydan müteşekkil bir kavim şek­linde tanımışlar ve bu dokuz boyun ad­larını bile vermişlerdir. Bu sebeple Do­kuz Oğuzlar’la karıştırılmış ve belki de her ikisi aynı adla anılmıştır.[5] VII. yüzyılın ikinci yarısı ile VIII. yüzyılın birinci yarısında Tula Irmağı boylarında yaşayan Dokuz Oğuzlar, Türk budunun yanında Doğu Gök Türk Devleti’nin dayanağı ikinci bir unsur olarak görünüyorlardı. Dokuz Oğuzlar’ın akibeti meçhuldür. X. yüzyılda Seyhun kıyılarında yaşayan Oğuzlar başka bir bud olup, Batı Gök Türk Topluluğuna bağlı olan On Oklara mensup bulunuyorlardı.[6]

Oğuzların boy sayısındaki artış tarihî süreç ve boy gelenekleri ile her hangi bir tenakuza düşmemektedir. Çünkü boylar halinde yaşıyor olmalarının tabii bir sonucu olarak, boyların nüfusu arttıkça yeni boylar ortaya çıkmakta ve onlar diğer boylar gibi nüfus ve siyasî güce ulaştıklarında boylar birliği içinde kendi adları ile temsil olunmaktaydılar. Gök Türk yazıtlarında tespit olunan “Üç Oğuz”, “Altı Oğuz”, “Sekiz Oğuz” ve “ Dokuz Oğuz” şeklindeki isimler için sadece  “ Oğuz” kelimesi kullanılmakta ve bu da yukarda zikredilen isimlerin Oğuz Han’ın neslinin devamı olduğunu göstermektedir.[7]

Saadettin Gömeç Oğuz Han’ın, Hun Yabgusu Mete sanıldığını ve Allah’ın Türklere göndermiş bir elçisi olduğu şeklindeki iki iddiaya ve görüşe yer vermiş ve bunları tahlil ederek her ikisinin de doğruluğunun mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Yine destanlarda Oğuz’un bir şahıs ismi olarak kullanıldığını, bu adı taşıyan Türk Milletinin önemli bir parçasını oluşturan Oğuzlar veya Türkmenler adında bir etnik topluluğun olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Oğuzların Tölös boylarından olduğunu belirten Gömeç 630’dan sonra Oğuz adları ile anılmaya başlandığını da belirtmektedir.[8] Bir başka görüşe göre Oğuz Han’ın Mete olduğu sanıldığı, Mete’nin de giderken ıslık gibi ses çıkartan bir ok icat ettiği ve netice itibari ile de OK ve Öz (aşiret) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen Okçular, Ok aşireti olarak bilindiği kayıt edilmektedir.[9]

Bu bilgilere göre Oğuz’un tek bir şahsın ismi olup Selçuk ve Osmanlılarda da olduğu gibi önceleri bir boy, soy ve kabile ismi iken daha sonraları bir millet ve bir devlet adı için kullanılan bir isim haline geldiği düşünülebilir. Nitekim Selçuklular ve Osmanlılara veya İslam’dan önceki Türk, Fars ve Arap yönetimlerinde de bu tür bir uygulamanın gelenek haline dönüştüğünü gördüğümüz gibi Emevi ve Abbasîlerde de açıkça görülmektedir. Devletin içinde her tür ırktan, renkten ve her tür milletten insanların olduğunu ve hepsinin de söz konusu devletlerin teb’aları olduklarını görmek mümkündür.

 Oğuz adına ilk defa Gök Türk kitabelerinde rastlamak mümkündür[10]. Bu da Oğuzların altı boyunun prensi olan Öz-Yiğen Alpturan’ın genç yaşta ölmesi münasebeti ile kazılmıştır.[11] Bu kitabelere göre Oğuzlar dokuz boydan meydana gelmiş bir budundur.[12]

Oğuz adının manası hakkında, eski kaynaklarda ilk süt anlamına gelen ağız sütü ile bir bağlantı kurulmaya çalışılmıştır. Fakat Dîvânu Lüğati’t-Türkte ilk süt, ağuz veya ağuj şeklinde geçmektedir.[13] Bu noktayı da söylemek yerinde olacaktır ki Afganistan ve Türkmenistan’da yaşayan Oğuz ve Türkmenler ilk süte “ uz, uvuz” demektedirler. Kelimelerin zaman içersinde değişikliğe uğradıkları bir gerçektir. Bunları göz önünde bulundurursak bu kelimenin ( Uz, Uvuz) aslının Oğuz olduğu da düşünülebilir.

Bunun yanı sıra son dönem araştırmacıları tarafından bu konuda birkaç görüşün ortaya atıldığını görüyoruz. Bunlardan J. Maarqurat kelimenin Ok+ uz’dan müteşekkil olup Ok’un ok, Uz’un da adam anlamına gelerek “Oklu adamlar” anlamına geldiğini söylemiştir.[14] Fakat bu görüş ilim adamları tarafından kabul görmemiştir. Çünkü Türkçede adam manasına gelen uz şeklinde bir kullanım veya bir ifade bulunmamaktadır.[15]

D. Sinor Oğuz’u hayvan anlamına gelen öküzle bağdaştırmaya çalışmış[16], belki farkında olmadan ya da başka türlü sebeplerden önyargılı davranmış olmalı ki kuvvetli dilbilgisi delilleri ile L. Bazin’ı kendisine karşı koymaya zorlamıştır. Fakat Bazin’in Oğuz kelimesine verdiği tosun anlamı da Türk şivelerinde tosun manasına gelen Oğuz şeklinde bir kullanımın bulunmadığından eleştirilmiştir.[17]

J. Hamilton ise Oğuz’un Oğuş’tan geldiği kanaatine sahip olmakta, fakat Oğuş da sadece akraba ve aile manalarını vermektedir.[18] Diğer bir görüş Macar bilginlerinden olan J. Nemeth tarafından ortaya atılmıştır. Ona göre Oğuz Ok+Z’den oluşmuştur. Ok Oymak, kabile manasında olup Z de çoğul ekidir, yani kabileler ve boylar birliği anlamındadır. Ok eski Türklerde belli bir topluluğun genel heyeti idi ki muayyen miktarda insan kütlesi anlamına gelir.[19] Fakat bazı araştırmacı ve yazarlar tarafından sessiz bir harf olan K’nın Türkçenin kurallarına göre hemen önünden bir sesli harfin gelmesi ile G’ye dönüşmesi gerektiğini vurgulanmaktadır.[20]  Oğuz kelimesinin tahlillerin sonucu Uğ+(u)Z’dan bileşik bir isim olarak kabileler birleşiği anlamına gelen görüş genel kabul görmektedir.[21]

Oğuz kelimesi bir şahsın ismi ve bir özel isimdir. Özel isimleri anlamlandırmaya çalışmak veya onun belli bir anlama geldiği tezini savunmak pekte kolay değildir. Çünkü özel isimlerin çoğunun belli bir anlamı olmaz. Ancak o ismin sahibinin taşıdığı sıfatlardan dolayı o isme belli bir anlam atfedilebilir. Örneğin konumuz olan isimden vermek uygun olur.

Kâmus-ı Türkî müellifi Oğuz kelimesini açıklarken önce “ Oğuz han Türklerin en eski Hükümdarı veya eski hükümdarların en meşhuru olmak üzere tanınmaktadır” ifadesini ve ibaresini verdikten sonra Oğuz kelimesinin anlamını şöyle sıralamıştır:

  1. “ اوغوز, öküz bunun mürekkikidir (مرققيقيدر ), tosun ( طوسون ).
  2. Safderûn (صافد رون ) ve büyük adam.
  3. Köylü, sahraî ve kaba adam.
  4. İyi ve hüsnü hal sahibi birisi.[22]

Bunun yanı sıra Lehçe-i Osmânî yazarı da Oğuz kelimesini “ Türk Silsilesinin kadimi, Oğuz muahaffifi Uz, Okuz kelimesi bunun murakkiki olmak gerek”, ifadesinin yanı sıra “Sâf, pâk, safderûn, sahraî (صحرایی), taşra adamı” gibi sözcüklerle anlamlandırmaya çalışmıştır.[23] Bunlar o şahsın belirgin özelliklerinin, karakterinin, huyunun ve davranışlarının göz önünde bulundurularak varılan sonuçlar olduğu düşünülebilir.

Yukarıda da ifade edildiği gibi günümüzde Oğuzlara Mensup olduğu savunulan bir etnik grubun “Türkmen ve Oğuz” adı altında varlığı açıktır. Bazı araştırmacılar bugünkü Türkmenistan, Afganistan, Pakistan, Hindistan, İran, Azerbaycan, Anadolu, Suriye, Irak, Balkanlar’ ve dünyanın her yerinde yaşayan Türkmen ve Oğuzlar’ın menşei ve nesebinin Gök Türk Abidelerinde bir nesep adı olarak yazılan Oğuz Han’ın 24 boyundan meydana geldiği görüşünü savunmaktadırlar.[24]

Bunun yanı sıra Oğuzları kronolojik açıdan tabakalara ayırarak inceleyenler de olmuştur. Buna göre Eski, Orta ve Yeni Oğuzlar olarak yapılan kronolojik tabaka:

  1. Eski veya Kadim Oğuzlar: 6-8. Yüzlü yıllarda Ötüken Bölgesinde yaşayan ve Gök Türk Devletinin önemli bir bölümünü oluşturan Oğuzlardır.
  2. Orta Oğuzlar: Müslümanlığı kabul eden ve Kaşgarlı Mahmut tarafından bize Türkmen olarak tanıtılan ve (22) boya bölünen Oğuzlardır. Bunlara daha sonraları Ebu’l Gazı Bahadır Han tarafından (24) boy olarak zikredilmiştir. Bunları Oğuz Boylarını açıklarken daha detaylı olarak açıklayacağız.
  3. Yeni ve Günümüz Oğuzları: Türkiye, Azerbaycan Türklerinin ve Türkmenistan, Afganistan ve İran Türkmenlerin babaları olan Oğuzlardır. [25]

Bu farklı görüşlerden anlaşılacağı gibi Oğuzlar Türklerin bir boyu olup geçmişte devlet, medeniyetler kurmuşlardır. Her devirde varlığını hissettiren Oğuzlar günümüzde dünyanın farklı yerlerinde yaşamakta ve Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan adlarında üç ayrı bölgede devlet kurmuş bulunmaktadırlar.

Mohammad Qasim İBADİ  Doktora Öğrencisi
Not: Yüksek Lisans Seminer çalışmamdan alınmıştır..

[1] Asadullah Ma’tûfî (معطوفی), Tarih, Farhang ve Hüner-ı Türkman, Tahran,  Encimen-i Âsâr ve Mefahir-i Farhangi Yay., 1381/2003, I, 188-189.

[2] Reşidü’d-dîn Fazlullah, Camîü’t-Tevarih, Red. Behmen Kerimi, Tahran,  İkbal Yay., 1374/1995, s, 29-30.

[3] Faruk Sümer, “Oğuzlara Ait Destanî Mahiyette Eserler”, AÜDTCFD. 1995, XVII, sayı: 3-4,  361.

[4] Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara, Y.y., 1986, s, 471.

[5] Faruk Sümer, “ Dokuz Oğuzlar”, DİA,  İstanbul, 1994, IX, 500-502.

[6] Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, İstanbul TDAV Yay., 1999, s, 2.

[7] Tufan Gündüz, “Oğuzlar”, Genel Türk Tarihi, Ed. Hasan Celal Güzel, Ali Birinci,  Ankara, Yeni Türkiye Yay,. 2002, II, 47.

[8] Saadettin Gömeç, “ Oğuz Kagan Destanı ve Oğuz Kagan’ın Kimliği”, I.Uluslar arası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu Bildirileri, Diyarbakır, 2004, s, 37-40.

[9] İrfan Bingöl, Yargımız Yapısı ve Tarihçesi: Oğuzlar, Emeviler, Abbasîler, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye’nin Yargı Sistemi, Ankara, Y.y., trs., s, 9.

[10] Faruk Sümer, “ Oğuzlar”, DİA, İstanbul, 2007, XXXIII, 325.

[11] Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul, Ötüken Yay., 1977, I, 359.

[12] Sümer, “ Oğuzlar”, DİA, IX, 500-502.

[13] Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, 19.

[14] Hüseyin Namık Orkun, Oğuzlara Dair, Ankara, Ulus Yay., 1935, s, 4.

[15] Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, 19.

[16] D. Sinor, “Oğuz Kağan Destanı Üzerine Bazı Mülahazalar”, Çev. Ahmet Ateş, İstanbul, İÜEF. Tarih Dil ve Edebiyat Dergisi, 1980, IV, sayı: 1-2, 1-13.

[17] Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, 20.

[18] Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, 20.

[19] Orkun, Oğuzlara Dair,  4-5.

[20] Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, 20.

[21] Sümer, “Oğuzlar”, DİA, XXXIII, 325; Muhammed Salih Rasih Yıldırım, Tarih ve Farhang-ı Türkmen ha, 2. Baskı, Peşaver,  Encimen-i Farhangî Mahtumkulu Fıragı Yay., 1382/2003, s, 48-49.

[22] Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, İstanbul, Çağrı Yay., 1317, s, 210.

[23] Ahmet Vefîk Paşa, Lehçe-i Osmânî, Ankara, 2000, s, 290.

[24] Geniş bilgi için bkz. Kıyameddin Râ’î, “Tarihçe-i Zeban-ı Türkmen”, Salnâme-i Afganistan, Kabil, 1385/2007, Sayı:45-46, 1-79.

[25] Yıldırım, 129-130.